NEDEN DAĞLARDAYIZ
Yıllar boyunca dağlar, azameti ve yaratılışın bir tecellisi olarak kişisel ve ruhsal gelişimimize katkıda rehberlik eden bir ibadet yeri, varoluşun kutsandığı benlik tapınakları görevini üstlenmiş, nice içsel yolculuklarımızdan sağ salim çıkmamıza neden olan, tefekkürhaneler olmuşlardır.
Yüzyıllardır tefekkür alanları, dua ibadet alanları haline gelen dağların bir çok kitaplara, türkülere, aşklara konu olması da tesadüf değildir elbette. Hepimiz doğanın bir parçasıyız. Öğreticidir dağlar ve her insanın varlığını sorgulamaya başladığı andan itibaren içsel yolculuğu başlamaktadır.“ Ben neyim” diye gelmediysek de dünyaya her sorgulayan, benliğini arayan insan gibi; “ ben kimim?” diye diye gideceğiz. Kendimize doğru bir yolculuktur bu. Amaç kendini tanımak, kendini bulmak bulmaya başladığınızda ise sınırlarınızı görebilmektir. Yaşam boyu bitmeyecek olan yolculuğumuz başlamıştır bir kere.
Bu asrın popülist kaygılarından, histerik sorumluluklarından, sınırlarımızı zorlayan beklentilerinden insanın ruhu epey yorulmaktadır. Zihin ise içinde milyonlarca tozlu, kirli ayağın bastığı, sakin kıyısı köşesi kalmayan işgal altında bir yeryüzü parçası gibidir artık. Her insanın bu duruma dayanabilme eşiği de, şartları da farklı olmakla birlikte istisnasız her insanın kendisine dışarıdan bakabilecek bir mesafeye ihtiyaç duyduğu anlar vardır. Zihnimizi susturma ihtiyacı şiddetlendiğinde “ kaçma zamanın gelmiş” diyen ses vardır. İşte ben o sesin rehberliğine inanıyorum. Dağların çağırdığına inanmıyorum bu yüzden. Rehber sesimin kendimi bulup, kendimi en iyi ifade edebileceğim adrese beni yönlendirmesi olduğuna inanıyorum. İçimizdeki içsel yolculuğumuzun zamanı geldiğini hatırlatan dürtü olduğuna inanıyorum. İçinizdeki ilahi ses kendimizi bulmamız gereken en doğru yere bizi çağıracaktır. İçimizdeki kudretin ta kendisidir.
Karadenizli olmak bir şanstı benim için. Vahşi bir coğrafyaya doğmak, bu ilahi sesle erken yaşlarda hasbihale başlamama neden oldu. Rehberliği, karlı dağ patikalarından, rutubetli yağmur sonrası orman patikalarından aldığı bu küçük kız çocuğunu, yıllar sonra karlı dağların bağrında tipilerin, ayazların, fırtınaların ortasında, üç metrekarelik çadırda huzuru bulacağı yolu gösterecekti.
Bize ilk öğretilenlerde olduğu gibi, dağların bir parçası olduğumuz gerçeğini benimseyip, kavrayarak doğa ile mücadele değil, uzlaşma içinde kalabilmek gerektiği idi. Bu da dağı tanımak, sonrasında kendimizi dolayısı ile içimizdeki gücü tanıyıp ortaya çıkarmakla olabiliyordu. Sonraları öğrendim ki mücadelemiz, yarışımız sadece kendimizle. Olması gerektiği gibiydi. Vazgeçilmezdir çünkü dağlar. Değişkendir, sürprizdir. Ay ışığında zirveye yol alırken ağır adımlarla, dünyanın tam da merkezinde hissedersiniz kendinizi kar ayazı yüzünüze vururken. Bütün yorgunluklar ve ego zirvede bırakılarak inilirken dağın eteğine, yeni faaliyet planlıyorken buluyoruz hep kendimizi.
Dağlarda cinsiyet ayrımcılığı da yoktur. Bunu yaşayanı da görmedim duymadım. Belki de kadının varlığının en yüceltildiği, hak ettiği yeri bulduğu spor dallarının başında geliyor. Orada hepimiz eşit koşullarda, aynı amaç için kader birliği etmiş yol arkadaşlarıyız. Kamp ve zirve yolculuklarında birbirimize destek olduğumuz gibi zirveye vardığımızda yan yana, omuz omuza bu huzuru ve başarıyı tüm içtenliğimizle paylaşıyoruz.
1997 de Annapurna’da bir çığ altında kalarak kaybettiğimiz Kazak dağcı Anatoli Bukreyev “Bulutların Üzerinde” adlı kitabında yolculuğumuzu, bir çoğumuzun bakış açısını çok güzel anlatmıştır. Anısına saygı ile paylaşıyorum; “Büyük dağlar tamamen farklı bir dünyadır. Orada kar, buz, kayalar, gökyüzü ve oksijen yönünden incelip seyrelmiş bir hava vardır. Bu büyük dağları fethedemezsiniz. Sadece kısa bir süreliğine onların yüksekliğine erişebilirsiniz ve bunu yapabilmek de çok şey gerektirir. Verilen zorlu mücadele düşmanla ya da sporda olduğu gibi rakiple değil, kendinizle, zayıflık ve yetersizlik duygusuyladır. Bu mücadele benim hoşuma gidiyor. İşte bunun için de dağcı oldum.
Her zirve farklıdır. Her biri yaşadığınız farklı bir yaşamdır.
En tepe noktaya, yaşamak için sahip olmanız gerektiğini düşündüğünüz her şeyden vazgeçmiş olarak ulaşırsınız ve orada sadece ruhunuzla baş başa kalırsınız. Bu boş bakış noktası, kendinizle beraber uygar dünyanın bir parçası olan her ilişkiyi ve her nesneyi farklı bir yönden yeniden değerlendirmenizi sağlar.”
Eğer hep aynı şarkıları dinlemekten sıkıldıysanız, dağlara çıkın. O sizin için bir özgürlük türküsü tutturacaktır gökyüzüne en yakın yerde.
Yapabilecekleriniz yapabileceğinize inandığınız kadardır. Ruhunuzun ta derinliklerinden gelen o ses “beklentisiz ve özgürce sevmeler” mabedinize rotanızı açacaktır.
Rotanız güneşli ve huzurlu olsun…
Selma GÜVEN
Bodrum Doğa Sporları Kulübü
2 Yorumlar
METİN
Yazınız çok beğendim, dağları ve doğaya açılım çok iyi ifade edilmiş.Tebrik ediyorum
Şerafettin Özışık
Süper bir yazı. Değerli öğrencim, kutluyorum seni.